Bu Blogda Ara

2 Ağustos 2016 Salı

KADIN İSTİHTAMI: Bir De Buradan Bakın

    

     "Toplumun temel yapı taşı ailedir." Bu cümleyi üniversitenin ilk yılından hatırlıyorum. "Aile" önemli bir kavram. Ailenin çeşitli türleri var tabi; çekirdek aile, geniş aile gibi. Benim bu yazıda asıl değinmek istediğim konu ise aile kavramından ziyade bir aileyi aile yapan temel faktör, yani kadın. Kadın, eş, anne, dost, arkadaş, ev hanımı, işçi, patron,...vs. vs. Fakat bunların içinde -bence- en önemlisi ve hatta en değerlisi annelik ve yavruluktan oluşan görüntüsü küçük ama anlamı çok büyük bir anne- çocuk yapılanması.
     Anne olduktan sonra daha bir farklılaşıyor kadının hayatı, artık gözünün içine bakıp duran bir çift minik göz var, sürekli yanında olan, ilgi, şefkat bekleyen, sevinince gülen, kızınca bağıran minicik bir insan...İşte tam da bu minicik insan yüceltiyor onun kadınlığını "anne" olgusuna.
     Anneliğin verdiği sorumlulukla "aman yavrumu en iyi, en sağlıklı şekilde büyüteyim" kaygısıyla evin içinde kırk tur atan anne. kendisini her şeye yetişmeye muktedir bir yaratık olarak görmeye başlıyor bir anda (bu "yaratık" kelimesi biraz itici gelse de durumun vahametini anlatan başkaca kelime bulunamadığından bu ifade yerinde görülmüştür:). Böyle olmak zorunda mı bilemiyorum ancak aileyi ayakta tutmak, ev denen mefhumun düzenini sürekli olarak sağlamak ve kendisine biçilen rollerin hakkını vermek için kadının ciddi manada bir fedakarlık göstermesi gerekiyor. Aksi halde mekanizmanın çeşitli yerlerinden arıza vermesi an meselesi olabiliyor.
     Benim ise asıl merak ettiğim konu kadının tüm bu rollerin nasıl ustalıkla üstesinden gelebildiği-gelebileceği. ya da bunun mümkün olup olmadığı. Zira su sıralar zihnimi önemli ölçüde meşgul eden konu bu. Bir kadın aynı anda çok iyi bir es, çok iyi bir anne, çok iyi kariyer sahibi bir çalışan, çok iyi bir ev hanımı, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir evlat... (uzar gider...) olabilir mi? Günümüz modernitesi kadından tüm bunları aynı anda yapabilmesi ve en iyi şekilde yürütebilmesini istemekte. Teoride her şey mükemmel, amenna(!) fakat hayatının bir dönemini yoğun ve stresli bir iş hayatıyla geçirmiş, bir süredir ise evli, mutlu, çocuklu modlarında günlerini ev hanımlığı ve minik  yavrusuna annelik yaparak geçiren biri olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, pratikte işler hiç de öyle olmuyor. En azından yakın çevremde çalışan annelerden gözlemlediğim kadarıyla durum böyle. Çalışan annenin en büyük problemi ise "çocuğuna yetemeyişi". Hem çocuğuyla kaliteli vakit geçirmek, hem yorucu iş hayatının hızına yetişmek, hem de evini çekip çevirmek arasında zikzaklar çizen anne. Evet, anne iş yerinde fakat aklı yavrusunda, yavru bakıcıda/ kreşte fakat aklı annesinde. Ne yaman çelişki ki anne, yavrusunun geleceği için çalışmakta fakat bugününde -hem de bir daha asla geri gelmeyecek olan bebekliğinde/çocukluğunda- yanında değil(!) Ne yapmalı, ne etmeli ben bir çözüm yolu bulamıyorum. 
     Anne- yavru birlikteliğini yeniden inşa edecek bir kadın istihdamı yaratılamazsa annesini tanımadan, onun sevgisine, şefkatine doyamadan büyüyen çocuklar ve çocuklarının büyüdüğünde yanında olamayıp yaşlılığında bunu telafi etmeye çalışan fakat heyhat ki umduğunu bulamayan annelerin nasıl bir gelecek oluşturacağı konusuyla ben yine kara kara düşüncelere dalarken, siz kıymetli okuyucuların konu hakkındaki kıymetli fikirlerini merakla beklediğimi belirterek yazımı noktalıyorum. Huzurla, sevgiyle, şefkatle kalın. 

14 Mayıs 2016 Cumartesi

GÜNLÜKLERİ YIRTMAK


Sevgili okuyucu bu yazım sana:)
Blog dünyasına girisimin damdan düser gibi oldugunu farkederek bu yaziyi yazmaya karar verdim. Öyle ki sizlere bir merhaba bile demeden baslamistim yazmaya. Belki de bu kadar aceleci davranmamin sebebi içimde biriktirdiklerimdi...
Evet yıllardır-cocuk yaslardan beri (10 yaş) yazıyordum. Yaşadıklarımı, düşündüklerimi, hissettiklerimi, dertlendiklerimi... 10 yaşındaki çocugun ne derdi vardır demeyin o gunlerde yaşanan 11 Eylül saldırıları ne denli yaralamış benliğimi! Keşke paylasabilseydim sizinle o donemde yzdığım yazımı. Fakat heyhât... Yırttım attım o kuçük, üzerinde barbie bebek resmi olan annecigimin hediyesi günlüğümü! Neden yaptın bunu diyeceksiniz. Yaptım çünkü çocukluğum vardı o defterde, genelde üzülünce yazardım, kimseye anlatamadıklarımı, anlatsam da insanların anlamlandıramadıklarını, anlayamadıklarını... Evet zor bir çocukluktu benimki, hüzünler vardı, özlemler vardı karşılık bulamayan, ilgi beklenilenlerden görülen ilgisizlikler, korkular, ümitsizlikler içinde minik bir yüreğin kocaman ümitleri...
İşte bu yüzden yırtım okuçük günlüğü.Okuyordum baştansona zaman zaman ve o ana gidiyor,o minik kız çocuğunun yaşadığı tüm acıları yeniden yaşıyordum...Yeniden ve yeniden... Birgün karar verdim. Tüm yazdıklarımı yırtıpbatacaktım. Hemen yapmalıydım bunu çünkü yıllardır kilitleyerek herkesten sakladığım, koyacak yer aradığım defterimi o gün yırtmazsam bir daha hiç yapamayabilirdim bunu ve yaptım, bir çırpıda parçaladım onu. Kocaman 16 yılı...İçimi garip bir huzur kaplamıstı sanki. Yıllardır sırtımda taşıdığım yüklerden kurtulmuş gibiydim.
İşte sevgili okuyucu blogumu acmam da günlügümden ayrıldıktan sonra oldu. Artık buradayım, yeni, mutlu, huzurlu paylaşımlarla merhaba :)

11 Mayıs 2016 Çarşamba

GÖLGELERİN GÜLÜŞÜ


 
Gölgeler, bizim güneş altında kavrulduğumuz zamanlardaki en yakın arkadaşlarımız...Biz yürürüz, onlar da yürür; biz dururuz, onlar da durur, biz bakarız onlar da bakar, biz güleriz ya onlar? Gölgeler gülebilir mi? Gülebilirler de biz mi göremeyiz onları?  
Bugün sabah güneşi ile işe yürürken baktım gölgem peşimden geliyor. Ben ona baktım, o da bana baktı... İş yeri binasına girdiğimde terketti beni gölgem, iş çıkışı belki yine gelir ama akşam yine bırakacak beni biliyorum. Yaz mevsiminde belki benimle olmaya devam edecek peki ya kış geldiğinde? Güneşin o yüzünü çok az gösterdiği günlerde? Hep terk edecek beni...
Gölgem aslında şu anda alıp verdiğim soluğum gibi... Yani dünya üzerinde yaşayan ben... Kısa bir ömür süreceğim dünyanın aldatıcı sıcağında, eğlencesinde... Ya bir gün akşam olacak ya da mevsimlerden kış... İşte saltanatım ancak o gölgeninki kadar olacak. Aslında varmış gibi görünen benin kaçınılmaz yokluğu... Sıfatı bile yok... Gerçek olan, gölgeme karşı ne kadar benim aslımsa, ötelerden baktığımda da şu an yaşadığım dünya olacak... Ne garip değil mi... Bir gülüşüm bile olmayan ben ne çok planlar içindeyim...Görebilen bir gözüm bile yok aslında. Hiçbir şeyi doğru düzgün göremediğim şu dünyada sadece bir siluetten ibaretim. Oysa her şey çok gerçekmiş gibi, hiç bitmeyecek gibi geliyor.. Hepsi yolun sonunda bitecek oysa ki, gölge olan ben de aslım kapıdan içeri girdiği anda bir cesetten ibaret kalacağım. Ruhsuz olan şimdiki gölgemin iş yeri kapısından girdiğimde beni bıraktığı gibi. Aslında ondan kurtuluşum güneşin kavurucu ateşinden de kurtulup feraha ermem anlamına geliyor. Tıpkı dünyada şu anki benden, dünyanın kirinden pasından günahından kurtulup ötelerin ferahına ermek gibi.
İşte bu yüzden gölgelerin gülüşü yok...Şu dünya hayatındaki gülüşlerimiz, eğlencelerimiz, mutluluklarımız, sevinçlerimiz, aynı şekilde üzüntülerimiz, ağlamalarımız, sıkıntılarımız da bir gölgeninki kadar anlamsız ve boşuna, hiçbirinin bir değeri yok... Peki değerli olan nedir bu gölge için? Yalnızca gittiği ve varacağı yol... Eğer gittiği yol bir başka gölgede son buluyor ve yerde sürünmenin sıkıntısından onu ve güneşin yakıcılığından aslını kurtarıyor ve ferahlatıyorsa gölge ancak bu yolda yürüyebilmenin hesabını yapmalıdır vesselam.

8 Mayıs 2016 Pazar

"ÖZ-GÜR"LÜK

   

   
     Bilmem hiç düşündünüz mü özgürlük nedir?
     Benim son bir kaç yıldır yoğun olarak düşündüğüm konu bu. Özgürlük  ne demek? Kimseye bağlı olmamak, her istediğini istediğin an yapabilmek, istediğin her şeye sahip olabilmek ya da istediğin yere gidebilmek, istediğin kişilerle birlikte olabilmek... Maddeler böyle uzayıp gidebilir. Ama hayır, özgürlük tüm bunların ötesinde birşey. Öz-gürlük(!) Özünün gür çıkması, sesini yükseltebilmek, düşünceni istediğin gibi haykırabilmek, karşındakine istediğini istediğin şekilde söyleyebilmek. Peki hangi evrende? Toplum evreninde. Peki ya toplum? Kurallarla yönetilen sürüler yığını. Bu halde gerçek bir özgürlükten söz etmek mümkün mü? Zannımca hayır. Toplumsal kuralların izin verdiği ölçüde özgürdür insan. Üniversitedeki bir hocamızın deyimiyle "başkalarının özgürlüğüne gölge düşürdüğün yerde biter özgürlük." Yani haykıracaksın ama bir başka kişinin sesinden rahatsız olmayacağı şekilde(!)
     İnsan, bebeklik döneminden itibaren başlar özgürlük arayışına, huzura kavuşabilmesi, özgür yaşayabilmesi için karnının doyması gerekmektedir ancak karnını doyuracak kişiye, annesine bağımlıdır. "Ben hürüm kimse bana istemediğim şeyi yaptıramaz" der kişi fakat "ekmek parası" için sevmediği işlerde çalışır, istemediği insanların emri altına girer. "Ben özgürüm istediğim hayatı yaşarım" diyen bir genç ailesinden ayrılır özgür olabilmek için ama hayatın onu hangi zindanlara atacağının farkında bile değildir. Ataerkil yapılarda kadın, özgürlüğünü ancak evlenip bir erkek evlat doğurarak elde edebilir, aksi halde bir söz söyleme hakkına bile sahip değildir. Bir erkek özgür olmak için evlenmez belki ancak beraberinde pekçok sorun barındıran bekarlığın mahkumu olur çoğu zaman.  Ülkeler Cumhuriyetle yönetilir, hürdür hür yaşar ancak büyük santraç tahtasındaki konumunu hep bir başka taşa göre ayarlamak zorundadır. Her insan birilerine, birşeylere bağlıdır, bağımlıdır hayatta. Bir başka kişi, şey ya da durum olmadan kendisini ifade etmesi mümkün değildir. Doğar, ebeveyninin çocuğu olur, büyür evlendiği kişinin eşi, ailesinin gelini/damadı, sahip olduğu çocuğunun annesi/babası,  torununun dedesi/ ninesi, amirinin çalışanı, işçisinin patronu... Bu roller uzar gider, bir başkası olduğu için biz biziz aslında. Başkalarının izin verdiği kadar yerine getirebiliriz rollerimizi ve başkalarının izin verdiği kadar özgür olabiliriz ancak.
    Belki biraz felsefe yaptık(!) ama velhasıl kelam gerçek bir hürriyetten, öz-gürlükten bahsetmek zordur şu hayatta azizim.Hele de ölmek için bile Azrail'e ihtiyaç duyarken...
 
 

5 Mayıs 2016 Perşembe

GECE VE GÜNDÜZ


 
GECE VE GÜNDÜZ

İlham şairlere geceleri gelirmiş derlerdi

Doğruymuş!

Gece kimi kötülükleri örterken bazılarının da yeni başlamasına sebep olurmuş

Yine bir gece…

Bu gecenin bitiminde bazılarının özlemle, bazılarının nefretle beklediği

Bir gündüz daha gelecek yine

Gündüzler!

Gecelerin pisliklerini sanki

Yaramaz bir çocuğun yaptığı haylazlığı annesinin örtmesi gibi…

Aaah! Gündüzler…

Güya aydınlıksınız, parlaksınız, tertemizsiniz değil mi?

Sanki gecenin pisliğini içine çeken siz değilmişsiniz gibi

Sizler meğer ne kadar da iyi becerirmişsiniz yalan söylemeyi!

Geceleri sokaklar boş gibi

Oysa boşluklarda ne insanlar gezer görünmezler, karanlıklar zifîri

Belki de görünmeyişlerinin asıl sebebi,

Yaptıkları hataların alelâde gizemi…

Aaah! Gündüzler…

Niçin saklarsınız geceleyin ağlayan bir çocuğun hıçkırıklarını?

Evet ,görmezden gelirsiniz onun kendi içinde yaşadıklarını

Size inanmıyorum gündüzler

Sizler birer yalancısınız!

Evet, her biriniz içinde tonlarca yalanı barındıranlarsınız!

Onca yalanla birlikte günahları, kaybolmuşlukları…

Geceleri verin bana

Acılar geceleri çekilir odalara bilirim ama

Razıyım…

Onlar, Geceler…

Gündüzlerin dönekliklerinden daha yakınlardır bana!

                                                                                                                               Sosyolog yazar/ R.Y.
 

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Evlilik "EV" lilik midir?


Evlilik TDK' daki sözlük anlamıyla "evli olma durumu, nikâh" demektir. Yani nikâh için gerekli şartlar sağlanmış olduğunda evli olunmuş olunuyor (!) Bu olunmalar durumu devletin sağlıklı bir toplum yapısı için oluşturmuş olduğu olmazsa olmaz resmi sözleşmelerden biri elbette. Bizimse evli olma durumundan kastimiz tamamıyla başka bir şey.

Anlaşmış her iki insan bir eve sahip olur, yani "ev" li olur ancak evli olabilir mi? Bu sorunun yanıtı kocaman bir Hayır! Peki neden?

Çünkü;

1. Evlilik fiziksellikten öte duygusal bir bağlılığın ürünüdür.

2.Salt madde birliktelikleri hiçbir zaman bir dolmuş durağında bekleyen insanların birlikteliklerini geçemez.

3.Evli olmak, farklı iki ruhun ruhtaş olabilmesi, eksi ve artılarla nötrleşebilmesidir.

4. Evlilik aile kavramıyla geleceğin de inşası olduğundan kurulan yuvada meydana gelecek çocukların, gelişimleri için yalnızca bir evde barınıp, yiyip, içip, uyumaları yeterli olmamakla birlikte, bedenen ve ruhen sağlıklı bireyler olarak yetişebilmeleri için anne babalarının birbirlerine sevgi ile baktıkları bir evlilikleri olduğunu görmeleri gerekir.

5. Evlilik söz vermek demektir, iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta... Kişilerin verdikleri sözü tutmaları çoğu zaman zordur, iyi günlerde ilişkiler iyi iken kötü günlere sabretmek ve zorlukların üstesinden gelebilmek çoğu çift için aşılamaz bir durum olabilmektedir.

6. Aşk, hayattaki en kıymetli şeylerden biridir, oysa çiftler birbirini anlayamadığında bu güzel duygu da azalıp tükenmektedir.

Evet, bir eve sahip olmak, bir evde birlikte yaşamak evli olmak demek değildir. Aile kavramını oluşturan temel iki etken olarak erkek ve kadın, çocukları ile oluşturacakları üçlü sacayağının iki ayağını oluşturur. Bu yüzden evlilik emek ister, anlayış, sevgi, ilgi bekler. "Ben" den önce " Sen" denilemeyen evliliklerin ömrü genelde kısa olmakta ya da verimsiz hayatları netice vermektedir.

Maddenin bu denli değerli olduğu günümüzde sanatçı Kıraç'ın şarkısında; "eski bir gelinliğe, bir bakır bileziğe, annemden kalan şu yüzüğe razıysan gel benimle" dediği bir sevgili -evet belki zorsa da- bulunması imkânsız değildir. Gerçekten seven gerçek sevgiliye evet diyebilmeniz ve gerçekten evli bir çift olabilmeniz dileğiyle :)


1 Mayıs 2016 Pazar

ANNE KİMDİR?

Anne sevgidir, anne şefkattir, anne kucaktir, anne limandir, anne her insanın sahip olduğu en değerli varlıktır.
Annemin değerini anne olunca anladım. Bir insanın dünyaya gelmesi, bakimi, büyütülmesi meğer ne kadar da zormus. Ne çok emek istermis. Sanki üzerime bir kamyon oturdu oğlumun dünyaya gelisiyle. Onun minikligi, bakıma muhtaçligi, gozumun içine bana birşeyler anlatmak için bakışları... Ne büyük bir mucize Allahım!
Kapital dünya anneyi bile kullandı, anneler günü icat ederek yılın yalnız bir gününü ayırdı onlara. Belki de anne babanin yaşlandığında bircok insan için yük (!) göründüğü gunumuzde bir günle vicdanları rahatlatmak için yapıldı bu. Ne acı ki anne dünyaya getirdi yavrusunu binbir zorlukla, hiç usenmedi tiksinmedi altını temizledi evladinin, yemedi ona yedirdi giymedi giydirdi ama çoğu zaman beklediği hurmeti, en azından vefayi goremedi.

  1. Anne kimdir, anne sevilendir, sevilmeye en cok degendir, eli ayağı opulesi başa taç edilesidir, anne güzeldir, herşeyden güzeldir. 

Anneler günü yılın her gunudur. Bu yüzden anne günleri (!) kutlu olsun.

Manşet